10.07.2025 KILÇIK

ACININ ÜZERİNE SAHNE KURULMAZ!

Bir ülkenin kalbi, toprağa verdiği evlatlarının ardından nasıl davrandığıyla anlaşılır. Sessizliğin, sükûnetin, yasın bir dili vardır. Fakat ne yazık ki bu dil, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ısrarla görmezden gelinmiştir.

Henüz 12 vatan evladının acısı tazeyken, aileleri gözyaşlarına boğulmuşken; kamusal kaynaklarla organize edilen festivallerde eğlenceye devam edilmesi ne devlet ciddiyetiyle bağdaşır ne de toplumsal vicdanla. Üstelik bu eğlenceler, şehitlerimizin toprağa verildiği günün tam ortasında, Trabzon gibi milli hassasiyetleri güçlü bir şehirde gerçekleştirilmiştir.

Bu sadece bir takvim hatası değildir. Bu, empati yoksunluğudur. Milletin yüreği yanarken, kamunun sırtını dönerek şov yapması, halkla kurulan bağın ne denli zayıfladığını gözler önüne seriyor.

Adalet Bakanlığı, hassasiyet göstererek siyasi temaslarını ertelemişken; Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın hiçbir şey olmamış gibi programlara devam etmesi, derin bir vurdumduymazlıktır. Bu ülkede milyonlar geçim sıkıntısıyla boğuşurken, her yeni gün yeni bir şehit haberi gelirken; böylesi bir organizasyonda ısrar edilmesi, sadece kamu kaynaklarının israfı değil, aynı zamanda manevi değerlerin hoyratça harcanmasıdır.

Mesele bir konser ya da bir festival değildir. Mesele, milletin ruh iklimini okuyamamak, zamanın ruhunu kavrayamamaktır. Devlet olmak; sadece bütçe yapmakla, afiş bastırmakla olmaz. Devlet olmak, milletin hissiyatına ortak olmakla mümkündür.

Bugün dayanışmaya, metanete, duaya ihtiyaç vardır. Bu millet, neşesini de hüznünü de bilir; ama zamanı geldiğinde neyin daha kıymetli olduğunu da ayırt eder.

Yeniden Refah Partisi’nin de ifade ettiği gibi, “önce millet” diyorsak; kamu eliyle yapılan hiçbir iş, bu ilkenin gerisine düşmemelidir. Her kuruşun hesabı sorulur. Lakin en ağır hesap, toplumun sessiz öfkesidir. Vicdanlar bir kez yaralanırsa, onu hiçbir açıklama, hiçbir özür tamir edemez.

Kültür Bakanlığı'na çağrımız nettir: Sanat, eğlence, etkinlik… Evet, ama zamanı geldiğinde. Bugün o zaman değil. Bugün, yitirdiğimiz canların ardından başımızı öne eğip düşünme, susma ve bir olma günüdür.

Unutmayın, milletin kalbinde yankı bulmayan her sahne, sonunda kendi sesinde boğulur.

***

KAYA’NIN BU ISRARIN SEBEBİ NE?

Her belediyenin bir aynası vardır. O ayna, yapılan işi yansıtır; icraatları, projeleri, sosyal politikaları, vatandaşla kurulan bağı…

O aynanın başında ise Basın Müdürü bulunur. Yani hem içerideki sesi dışarı duyurur, hem de dışarıdan gelen eleştirileri içeride yankılar. Görev tanımı budur. Temsil ettiği kurumun vitrinidir. Peki ya o vitrin çatlamışsa?

Trabzon’daki belediyede görev yapan basın birimi sorumlusu hakkında konuşuluyor uzun zamandır. Dedikodu değil bu; gazetecilerin, meclis üyelerinin, hatta bizzat kendi personelinin şikâyetlerine dayanan ciddi bir rahatsızlık durumu var ortada.

Herkesle kavgalı. Eleştiriye tahammülsüz. Ne kurumun içinde ne de dışında diyalog kurabildiği bir yapı kalmış gibi.

Peki, bu kadar sorunlu bir profil nasıl hâlâ o koltukta oturabiliyor?

Gazetecilik mezunu değil. Basın ve halkla ilişkiler tecrübesi yok. Temsil yeteneği, basınla ilişkileri yürütme becerisi tartışmalı. Üstelik bazı medya kuruluşlarını "önemsiz" ilan edebilecek kadar dar bir perspektife sahip. Bu anlayış, Trabzon gibi köklü bir basın geleneği olan bir şehirde kabul edilebilir mi?

İletişim, hele ki kamu kurumlarında yürütülen iletişim, kişisel tercihlerle yönetilemez. “Şu haber portalı önemli, bu değil” diyemezsiniz. Hele ki belediye gibi halkın tamamına hizmet sunan bir yapının basın sorumlusuysanız...

Orası sizin kişisel ikbal alanınız değil, halkla kamu arasındaki köprüdür. Köprü çökerse, halk olan biteni nasıl anlayacak?

Bu ısrar neden? Yetersizliği herkesçe konuşulan bir ismi görevde tutmanın kime, ne faydası var? Yoksa liyakat, yalnızca seçim dönemlerinde hatırlanan bir kelime mi? Kurum içinde huzursuzluk çıkartan, dış dünyaya da sadece kendi tercih ettiği birkaç kanaldan mesaj ileten bir yapının kamuya faydası olabilir mi?

Hata yapabilirsiniz, hepimiz insanız. Fakat hatada ısrar, artık sadece bireysel bir kusur değil, kurumsal bir sorumluluktur. Belediye başkanlarına da düşen, bu aynayı tozlu bırakmamaktır. Temsil makamlarında bulunan herkes için bir hatırlatma: Orada oturmak değil, orayı hakkıyla doldurmak marifettir.

***

YOĞUN BAKIM KAPISINDA BİR GAZETECİ

Gazetecilik mesleği, çoğu zaman başkalarının hikâyelerini yazmakla geçer. Olayların, acıların, sevinçlerin tanığı oluruz ama kendi yaşadıklarımızı çoğu zaman geri plana atarız. İşte şu günlerde bu gerçeği en çok yaşayan isimlerden biri Tekin Atay.

Trabzon Büyükşehir Belediyesi Basın Birimi’nde görev yapan, mesleğine saygısıyla tanıdığımız Tekin Atay, haftalardır Antalya’da. Annesi bir süredir yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor. O da elinden ne gelirse yapmaya çalışıyor. Refakatçi odasında sabahlıyor, doktorlardan gelecek her küçük bilgi kırıntısına kulak kesiliyor. Bu süreç öyle dışarıdan göründüğü kadar kolay değil.

Hastane koridorlarında zaman yavaş akar. Beklemek insanı yorar. Hele ki söz konusu bir evlatsa, bir anne ise, insan çaresizliği daha da derin hisseder. Tekin şu an tam olarak o duygunun içinde. Yorulduğunu söylüyor ama dirayetini de kaybetmiş değil. Bekliyor. Sabırla, inatla ve sessizce.

Bunu yazmamın nedeni, sadece bir meslektaşımıza destek vermek değil. Aynı zamanda hatırlatmak istiyorum: Hepimizin başına gelebilecek bir durum bu. Bu tür zamanlarda destek çoğu zaman sessiz olur, ama değeri büyüktür. Belki bir mesaj, belki bir telefon, belki sadece bir “yanındayız” cümlesi. Küçük ama anlamlı…

Tekin Atay’a sabır diliyorum. Annesine acil şifalar. O yoğun bakım kapısında geçen her saat kolay değil, ama umarım en kısa sürede güzel haberleri alırız.

***

TRABZON MİTİNGİ: CESARET Mİ, YOKSA İNAT?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, geçtiğimiz günlerde "Trabzon’da büyük bir bölgesel miting yapacağız" dedi. Tarih de net: 19 Temmuz. Gözümüzü ovuşturup bir daha baktık: Evet, Trabzon yazıyor.

Şimdi biz mi çok şey biliyoruz, yoksa parti yönetimi mi hâlâ “Trabzon CHP teşkilatı hazır ve nazır” hayalini kuruyor, anlamadık. Hadi küçük bir hafıza tazeleyelim. Geçtiğimiz haftalarda Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık için yapılan basın açıklamasını hatırlayan var mı? Hatırlayanlar için üzgünüz. Hatırlayamayanlara da bir özet geçelim: Dağ fare bile doğurmadı. Çünkü dağın kendisi yoktu.

Öyle bir açıklamaydı ki, kalabalık organizasyonu görünce yönünü değiştirdi. Yoldan geçen üç kişiyle basın açıklaması yapılmaz Sayın Başkanlar. Hele hele bu işi "bölgesel miting" seviyesine taşıyacağız diyorsanız, önce kendi kapınızın önünü süpürmeniz lazım.

Trabzon neden seçildi, anlamak zor. Ekrem İmamoğlu’nun memleketi diye mi? O zaman daha da tuhaf. Zira İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı için toplanan imza sayısında Trabzon, listenin sonlarında. Memleketten bu kadar az destek geliyorsa, başka yerlerden coşku beklemek iyimserliğin sınırlarını zorluyor.

Sayın Özgür Özel’e sormak lazım: Bu miting, Trabzon’u ayağa kaldırmak için mi? Yoksa Trabzon örgütünü test etmek için mi? Eğer ikincisiyse tebrikler, çok cesur bir deneme. Ama uyaralım: Bu örgütle değil bölgesel miting, mahalle kahvesinde bile sandalye bulmak zor olabilir.

Miting yapılır mı? Yapılır. Ancak bu işler sadece afiş asmakla, pankart gerdirmekle olmaz. İnsan bir şey organize ederken önce aynaya bakar: “Biz bu işi gerçekten becerebilir miyiz?” diye. Trabzon teşkilatının aynasına uzun zamandır biri bakmamış gibi duruyor.

Velhasıl, CHP eğer Karadeniz’de güçlü bir ses vermek istiyorsa, bu sesi en azından doğru yerden ve doğru mikrofonla vermeli. Yoksa miting değil, açık hava sessizliğine dönüşür. Alkış beklerken fısıltı duyarsınız. En kötüsü de, kendi tabanınıza güven vermek isterken, tam tersini yaparsınız.

Sözün özü: Siyasette cesaret önemli ama akıl daha da önemli. Hele ki organizasyon beceriniz zayıfsa, “bölgesel miting” lafı sadece kulağa hoş gelir. Gerisi ise boşa nefes.