05.11.2025 KILÇIK

ZUBKOV’UN MESAJI NET: DOĞRU YOLDAYIZ!

Trabzonspor’un Ukraynalı futbolcusu Oleksandr Zubkov, bu hafta düzenlediği basın toplantısında öyle sözler söyledi ki, futbolun yalnızca saha içinde değil, insanın içinde de oynandığını bir kez daha hatırlattı.
Bazen bir futbolcunun birkaç cümlesi, bütün bir sezonun ruhunu anlatır. Zubkov’un “Ben robot değilim” derkenki içtenliği tam olarak böyle bir andı.

Zubkov, başarının sırrını soran gazetecilere “Çok çalışmak” diyerek yanıt verdi. Ama ardından ekledi:
“Yeni transferler geldi ve çok sıkı çalışıyoruz. Takım için herkes elinden geleni yapmaya çalışıyor.”
Bu cümle, soyunma odasının havasını da anlatıyor aslında. Rekabetin değil, birlikte üretmenin ve birbirini desteklemenin ön planda olduğu bir takımdan bahsediyoruz. Bu, sadece futbol değil; bir arada büyümenin hikayesi.

Basın toplantısında en çok yankı uyandıran sözlerinden biri şüphesiz şuydu:
“Ben robot değilim.”
Bu, bir savunma değil; bir hatırlatma. Her maç gol ya da asist bekleyenlere sessiz ama anlamlı bir mesaj. Zubkov, “Her maç içinden geleni yapamayabiliyorsunuz. Elimden geleni yapmaya devam edeceğim” derken aslında taraftarlara da seslendi: Ben insanım, bazen zorlanırım ama hiçbir zaman pes etmem.

Takımın uyum sürecine de dikkat çeken futbolcu, “Yeni futbolcular demek yeni bağlantılar kurmak demek. Bu kısa vadede mümkün olmuyor, uzun bir süreç gerekiyor.” diyerek sabır çağrısında bulundu.
Bu sözler, tecrübeli bir profesyonelin değil, takım ruhunu yaşayan bir arkadaşın sözleri gibi.

Zubkov ayrıca vatandaşı Batagov’un milli takıma çağrılmasından gururla bahsetti:
“Performansıyla bunu hak etmişti. Onun için büyük bir fırsat olacak.”
Aynı şekilde Sikan için de, “Her zaman çalışkan biri. İstediği süreleri bulamadı ama en iyisini vermeye çalışan bir futbolcu.” diyerek samimi bir destek verdi. Bu cümlelerde, dostluğun ve sporun paylaşım ruhu gizli.

Basın toplantısının sonunda Zubkov, gözünü geleceğe dikmişti:
“Umuyorum ki Trabzonspor ile sezon sonunda Avrupa Kupalarına katılma fırsatım olacak. Hayalimiz bu.”
Ve bu sözün altına da çalışkanlığıyla, inancıyla imzasını atıyor.
Teknik direktör Fatih Tekke hakkında konuşurken ise aynı saygılı tonu koruyor:
“Hocamızın bizden neler istediğini öğrenmeye çalışıyoruz. Onu dinliyoruz ve beklentiyi karşılamaya çalışıyoruz.”

Kısacası Zubkov, o gün sadece konuşmadı; duygusunu da paylaştı.
“Ben robot değilim” derken, aslında tüm futbolcuların içinden geçen bir gerçeği seslendirdi: Futbol, istatistiklerden önce bir emek ve yürek meselesi.
Ve Zubkov, bu yüreğiyle Trabzonspor forması altında savaşmaya devam ediyor.

***

AKILLI ŞEHİR, SÜRDÜRÜLEBİLİR GELECEK!

Trabzon’da düzenlenen Uluslararası Sürdürülebilir Ulaşım Konferansı, şehrin geleceği açısından önemli bir adım olarak dikkat çekti. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu’nun katılımıyla tanıtılan Sürdürülebilir Kentsel Ulaşım Planı (SKUP), hem Türkiye’nin hem de Avrupa Birliği’nin ortak projesi olarak, Trabzon’a yeni bir vizyon kazandırmayı hedefliyor. Bakan Uraloğlu’nun “Türkiye Yüzyılı’nda insan ve çevre odaklı, akıllı ve güvenli entegre ulaşım sistemleriyle dünyada öncü olma” vurgusu, şehir planlamasında uzun süredir ihtiyaç duyulan bir anlayışın ifadesi niteliğinde. Bu bakımdan, projenin Trabzon’da hayata geçirilecek olması umut verici bir gelişme olarak değerlendirilmeli.

Kentlerin ulaşım politikaları, artık sadece araç trafiğini düzenlemekten ibaret değil. Bugünün dünyasında ulaşım, çevreyle uyumlu, insan merkezli, sosyal yaşamı destekleyen bir sistem olarak ele alınıyor. Trabzon’un son yıllarda artan nüfusu, daralan yolları ve büyüyen araç trafiği düşünüldüğünde, sürdürülebilir ulaşım planının gündeme gelmesi yerinde bir hamle. Bu proje, doğru uygulanırsa şehre nefes aldırabilir, trafiği rahatlatabilir, toplu taşıma sistemini güçlendirebilir ve çevresel etkileri azaltabilir. Ayrıca Avrupa Birliği ortaklığı, teknik bilgi ve kaynak desteği bakımından ciddi bir fırsat sunuyor. Uluslararası bir bakış açısıyla yapılan her proje, yerel yönetimlerin kapasitesini artırır ve kente değer katar.

Ancak bütün bu olumlu yaklaşımların yanında, üzerinde dikkatle durulması gereken bazı noktalar da var. Trabzon’da benzer hedeflerle yola çıkan pek çok proje, uygulama aşamasında ya yavaş ilerledi ya da beklenen etkiyi yaratamadı.

Sürdürülebilir ulaşım gibi uzun vadeli bir planın başarısı, yalnızca niyetle değil, kararlılıkla ve istikrarlı yönetim anlayışıyla mümkündür. Eğer proje sadece sunumlarda, konferans salonlarında kalırsa, halkın günlük yaşamında bir değişim yaratmakta zorlanacaktır. Asıl başarı, vatandaşın sabah işe giderken, öğrencinin okula ulaşırken bu dönüşümü hissetmesidir.

Bugün Trabzon sokaklarında hâlâ yoğun trafik, dar yollar, sınırlı otopark alanları ve yetersiz toplu taşıma hatları konuşuluyor. Dolayısıyla, “öncü olmak vizyonu” güzel bir hedef olsa da, bu vizyonun sahada karşılık bulması gerekiyor. Projelerin sadece beton ve asfaltla değil, doğayla, insanla ve şehir kimliğiyle uyumlu şekilde ilerlemesi önemli. Aksi takdirde, sürdürülebilirlik kavramı bir “vitrin süsü” olmaktan öteye gidemez.

Tüm bunlara rağmen, Trabzon’da böyle bir farkındalığın oluşması, gelecek için umut verici. Şehrin ulaşımını çevreci, akıllı ve planlı bir yapıya dönüştürme çabası kıymetli bir adımdır. Ancak bu adımın kalıcı olabilmesi için, yerel yönetimlerin, uzmanların ve vatandaşların sürece birlikte katkı sunması gerekir. Sürdürülebilirlik, sadece teknik bir mesele değil, toplumsal bir bilinç meselesidir.

Neticede, “öncü olmak vizyonu” kulağa iddialı gelse de, Trabzon’un gerçekten öncü olabilmesi için atılan her adımın sahada karşılığı olmalı. Bu konferans bir başlangıçtır, ama önemli olan bu başlangıcın somut bir dönüşüme evrilmesidir. Eğer bu proje samimiyetle uygulanır, sözler icraata dönüşürse, Trabzon ulaşımda yalnızca Türkiye’nin değil, bölgenin de örnek şehri olabilir.

***

DERELERİMİZ KURUDU, SESSİZLİK AKIYOR!

Trabzon’un dağlarından süzülen o deli dolu suları hatırlıyor musunuz?
Şimdi o dereler yok…
Yerin altında borulara hapsedilmiş, beton duvarların arkasına gömülmüş birer “enerji kaynağına” dönüştürüldüler.

Bugün o derelerin yerinde bataklığa dönüşmüş çimenlikler, yabani otların sardığı kurumuş yataklar var.
Yağmur yağıyor, gök gürlüyor, ama su akmıyor.
Çünkü artık suyun yolu yok, nefesi yok, sesi yok.

Biz “doğaya hükmettik” sandık.
Oysa aslında doğayı boğduk.
Her HES inşaatında biraz daha kuruduk, biraz daha kirlendik.
Bir avuç elektrik uğruna, yüzlerce canlının yaşamını söndürdük.

Bir zamanlar çocukların taş sektirdiği, köylü kadınların çamaşır yıkadığı, balıkların dans ettiği dereler şimdi “ölü bir hatıradan” ibaret.
Suyun yerinde çamur, çalılık, ot var.
Rüzgâr bile artık o vadilerden geçerken utanıyor.

Bize hâlâ “Temiz enerji” masalları anlatanlara sormak lazım:
Temiz olan ne?
Kuruyan dere mi, ölen balık mı, çürüyen doğa mı?
Yağmur yağıyor ama akacak dere bulamıyor!

Biz kalkınmadık…
Biz kendi toprağımızı kazdık, kendi doğamızı gömdük.
Karadeniz’in damarlarına saplanan o beton borular, aslında bizim vicdanımıza saplanan hançerler oldu.

Yarın çocuklarımız soracak:
“Baba, senin çocukluğunda bu dağlardan su mu akardı?”
Ve biz utanarak cevap vereceğiz:
“Evet evladım, akardı… Biz onu da tükettik.”

***

BİR KÂSE SÜTLAÇ 200 LİRA OLMAZ!

Bir zamanlar Hamsiköy’ün sütlacı, doğallığın, emeğin ve bereketin simgesiydi.
Yaylanın mis kokulu sütüyle, köylünün alın teriyle hazırlanır, sofralarda sade ama gururlu bir tat olarak yerini alırdı.

Bugünse o mütevazı tatlı, bir kâsesi 150-200 TL’ye satılan bir vitrin süsüne dönüştü.
Sadece Hamsiköy’de değil; Trabzon’un dört bir yanındaki pastaneler, kafeler ve restoranlar da aynı yolu tutmuş durumda.

Her yerde “Meşhur Hamsiköy Sütlacı” tabelaları, ama ne tadı eski, ne ruhu.
Adı meşhur, fiyatı uçmuş, samimiyeti kaybolmuş.

Bir düşünelim:
Süt, pirinç, şeker…
Hepsinin toplam maliyeti 20 lirayı bile geçmez.
Ama vatandaşa sunulan tabakta etiketteki rakamlar uçuşuyor.

Bu nasıl vicdan, bu nasıl esnaflık anlayışı?
Bir kâse sütlaç, yerli için lüks, turist için tuzak haline geldi.
Sonunda olan yine Trabzon’a oluyor:
Turist güvenini kaybediyor, yerli müşteriyse kendi lezzetinden soğuyor.

Bu şekilde devam ederse, Hamsiköy’ün adı tatlıyla değil, fahiş fiyatla anılacak.
Kazanç hırsı büyüdükçe, o sütlacın ardındaki emek küçülüyor.

Oysa Hamsiköy sütlacı, para değil, gelenek demekti.
Köyün, yaylanın, bölgenin öz değeriydi.
Bugün ise ticari bir etiketin altına sıkıştırılmış durumda.

Biraz adalet, biraz da empati!
İnsan doğduğu şehirde bir tabak sütlaç yemek için cüzdanını değil, geçmişini hatırlamak ister.
Ama şimdi o da zor.

Trabzon’un adını yücelten bu tatlıyı, kâr hırsına kurban etmeyin.
Çünkü bu gidişle sütlaçtan önce, insanların güveni yanacak.